7 Mayıs 2013 Salı

Geç kalmış bir paylaşım...


Uzun zamandır  aktif bir amacımın olmamasından, belki de ne zaman;  ne yapmak istediğime hala karar verememiş olmamdan dolayı, bomboş geçiriyordum vakitlerimi. Aslında kısaca ele avuca gelmeyecek ve hatta incir çekirdeğini doldurmayacak işler peşindeydim bir vakittir.
 Evde olmanın en kötü yanı, sanıyorum kendini biraz fazla dinlemek ve fazla sorgulamaktan geçiyor. Öyle ya da böyle, az biraz içgörü sahibiyseniz, mutsuzluğunuzun sebebinin kendiniz olduğunu görüp; kendinizle kavgaya tutuşuveriyorsunuz işte!
 Neyse aslında bu yazıda anlatmak veya paylaşmak istediğim şeyler kişisel çıkmazlarımdan öte, yaşamıma farkındalık katmama sebep olan birtakım güzellikler...
 Geçtiğimiz birkaç hafta öncesinde neredeyse tüm bir haftamı yoğun ve doyurucu birtakım entelektüel etkinliklerle geçirdim. Hani büyükşehir hayatının dibine vurduğunuzu hissedersiniz ya, o türden bir haftaydı işte! Bir akşamımı tiyatroda, iki tam günümü Psikodrama Günleri'ne ve bir günümü de bir festival filminde geçirdim. İnanılmaz doyum aldığım ve yaşadığımı hissettiğim bir hafta!
 İnsanın hayatında her zaman bu kadar güzel etkinlikler bir arada olamıyor maalesef veya sanıyorum bu kadar fazla ve çeşitli etkinliklere rağmen; hayat koşuşturmacasından vakit ayıramıyor insan!
 Hangisinden başlayayım inanın karar veremiyorum. Mesela tiyatroya gitmek ve bambaşka bir insanın, biricik yaşamının bir kesitine dahil olabilmek... Sonra bir bilimsel etkinlikte, insana ve kendine ilişkin yepyeni şeyler keşfetmek, hatta kendini tanıyabilmek... ve ödüllü bir filmin ender gösterimlerinden birine bilet bulup filmi soluksuz izlemek, dahası hiç beklemediğin bir şekilde kendini filmin yönetmeniyle yapılan bir söyleşide buluvermek....  tüm bunları yaparken yanında sevdiğin insanların olması, dahası yeni insanlar tanıma fırsatı bulmak...  inanılmaz bir keyif!

AŞK HASTASI
 Epeydir, klasik büyükşehir insanının öğrenilmiş çaresizliklerinden biri olan 'yaa zaten tiyatro bileti bulmak çok zor!' temasının bir parçası olmuştum. Buna bir de gösterilerin evime uzak oluşu ve geç denebilecek bir saat biteceği geyikleri eklenince, seyreyle goygoyu! Anlayacağınız klişelere boğulmuş bir halde, arkadaşlarımdan birinin tiyatro teklifini düşünürken buluverdim kendimi! Önce oyunun kaç saat sürdüğünü sorup, 'ben gelemem'e bağladım olayı. Sonra düşüncelerim kafamın içinde dönmeye devam etti ve içimdeki entelektüel açlık hissiyle 'ben de varım!' dedim. Tüm günü evin içinde yalnız başıma bomboş geçirip akşam tiyatronun kapısında buluştuğumuzda arkadaşlarımı ne kadar özlemiş olduğumu fark ettim.
 Oyun başladığında arkadaşımın yanında oturan bir çiftin elinde bir kağıt kese içerisinde erik(!) bulunduğunu da söylemeden geçemeyeceğim. Uzun süre hayretler eşliğinde, 'erik mi? yok canım, yanlış anlamış olmalıyız!' diyerek yadsıma yoluna gitsek de çiftin erik yemeye başlamasıyla gerçeği kabullenmekten başka çaremiz kalmadı! Oyun sırasında yan tarafımızda erik kemirmeye devam eden çift, kendi aralarında yaptıkları geyiklerle de insanları epeyce kızdırdılar! Velhasıl kelam oyundan sıkılan çiftimiz ara verildiğinde kaçarcasına uzaklaştılar.
 Oyun Kenan Işık'ın yazıp yönettiği Aşk Hastası adlı oyundu. İtiraf etmeliyim ki ilk kısımda kendimi sahneye odaklamakta epeyce sıkıntı çektim. Belki edebiyat bilgilerimin biraz küflenmiş olmasından, belki entelektüel anlamda oyunun seviyesi beni aştığından veyahut belki de karakterlerin, oyuncular üzerinde potluk yapmasından... bilemiyorum... lakin
 oyunun son sahnesi, müzikler ve oyuncunun karakterde kayboluşu... O kadar etkileyiciydi ki! Tüm oyun boyunca sıkılmış olsanız bile, son sahnedeki coşkuya değebilecek bir fizyolojik uyarılma! Ortaya konmuş bir emek varsa şayet -ister büyük, ister küçük- ve siz bu emeği görmeye niyetliyseniz ipin ucunu bir yerlerden yakalamanız işten bile değil!
 Bu güzel gecenin ardından sorunsuzca eve ulaşabilmek de iç huzuruma iç huzur katmadı desem yalan olur!  

PSİKODRAMA GÜNLERİ
 Çok önceden kayıt yaptırdığım Psikodrama Günlerinin de gelip çatmasıyla içimde bir coşku, bir hoş telaş yerini alıverdi. Sabahın çok erken saatinde düştüm yollara, dudaklarımda tebessüm, kalbimde kıpırtılar... Uzun zamandır bilimden, daha doğrusu bilimimden uzak kalmış olmanın verdiği bir hüzün vardı içimde ve nihayet o gün hüzünleri dağıtmak için müthiş bir fırsat yakalamıştım.
 O iki güne dair, farkındalıklarıma dair anlatılabilecek o denli çok ayrıntı var ki aklımda, sizi sıkmadan kısa kesmeye çalışıyorum doğrusu. Konferansların yani sıra iki farklı psikodrama oturumunda bulunma  şansımız oldu ve inanılmaz farkındalıklar yakaladım kendimle ilgili. Aslında ben psikodramayı küçükken oynadığımız, büyüyünce ayıplanırız diye oynamaya çekindiğimiz oyunlarımıza benzettim. Bir proje kapsamında 0-6 yaş arası çocuklarla çalışırken oyunların gücünü kullanıyorduk da benzer oyunların bizler için de çıkış olabileceğini hiç düşünmemiştim. Psikodrama bir gün hayatımın merkezine konumlanacak sanırım.
 Bu iki günlük bilimsel seyahat, uzun zamandır görmediğim arkadaşlarımla bir araya gelmemize ve hayatımda hiç karşılaşmadığım insanlarla tanışmama da vesile oluverdi. Ne de güzel oldu, ne de mutlu etti beni!

SEN AYDINLATIRSIN GECEYİ
 Aynı hafta sonu sevgili kuzenim ve eşi iş dolayısıyla Ankara'ya geldi ve burada öğrenci olan diğer kuzenim de bize katıldı. Pazar günü saat 14.00'de Sen Aydınlatır Geceyi adlı ödüllü festival filmine bir arkadaşımla gitmek için sözleşmiştik; ancak onun işinin çıkmasıyla birlikte kuzenim de bana eşlik etti ve kendimizi Cer Modern'de buluverdik. Geç kaldık diye koşturarak kapıdan içeriye girip alt kata indiğimizde insanların ellerinde bilet olduğunu gördüm ve biletlerimizi nereden alacağımızı sormak için önünde uzuuuunca bir kuyruk olan masadaki bayana yöneldim. Elimde e-bilet numaralarımızın yazılı olduğu kağıt vardı.Ben ona doğru yaklaştığımda o hemen elimdeki kağıda yöneldi ve listeden bizim için ayrılmış biletleri kontrol ederek içeri girebileceğimizi söyledi. O an anladım ki o kuyruktaki bütün insanlar zaten aynı işlem için bekliyorlardı.Ne kadar mahcup olduğumu anlatmama kelimeler yetmez sanırım. Bir süre kapıdan içeri girip girmemekte kararsız kalıp sonradan içeriye giriverdik. Kendimi 'niyetim kötü değildi' diyerek avutmaya çalıştım.
 Filmin başlamasına yakın, lavaboya giden kuzenim film başladığında maalesef ki yanımda değildi. Film için onca zamandır heyecanlanıp da filmi kuzenimin ne yapıyor olduğunu düşünerek geçirmenin saçma olduğuna karar vermekte neyse ki gecikmedim ve onun iyi olduğuna kendimi inandırarak filmin içine dalıverdim.
 Bazen mide bulantıları, bazen kahkaha, bazen hüzün derken film sona erdi. Koltuğumdan hiç kalkmak istemedim. İstedim ki görüntü ekrandan kaybolana kadar öylece oturayım. Sonra kuzenimi hatırladım ve bana ne kadar da güzel eşlik ettiğini düşünüp kendimi, kendi kendime gülerken buldum!
 Kimisi ayaklanmış, kimisi hala otururken sahneye 20'li yaşlarda genç bir bayan çıktı ve filmin yönetmeniyle söyleşi yapılacağını söyledi. Ancak salondakilerde hiç tepki yoktu. Kız durdu, geri çekildi, şaşkın gözlerini salonda gezdirdi ve 'Onur Ünlü diyorum!' diyerek sesini yükseltti. Bu sefer kızın ağzından çıkanla kulaklarımızın tuttuğunun aynı şey olduğunu  kavramış olacağız ki bir alkış tufanıdır koparıverdik! Arkamı dönüp kuzenimle göz göze geldiğimizde onu yanıma çağırdım ki onun Onur Ünlü'nün geleceğinden haberi yoktu. Nasıl mutlu olduğumu size anlatamam! Haa bu arada kuzen de tam film başlarken içeriye girmiş; ancak salon karanlık olduğundan merdivenlere oturarak izlemiş filmi.
 Kuzenle biraz film hakkında kritik, biraz içimdeki coşku etrafında dolanan sohbetimiz Onur Ünlü'nün gelmesiyle yerini alkışlara ve suratıma yerleşen kocamaaan  bir tebessüme bıraktı. Öyle insanlar vardır hayatınızda, görmek sizi mutlu eder. Yaptığı işi iyi yapıyor olması, sizde müthiş bir saygı uyandırır. Bu hayranlıktan farklı bir şey bence. Kuru kuruya isimlerini haykırmaktan farklı... Bunun adı saygı, bunun adı sevgi, bunun adı emek... İşte bu yüzden tüm L&M ekibi benim için farklı. Belki diyorum bazen, bunca insanın mutluluğuna ve kalplerindeki  kara bulutları dağıtmalarına sebep olmaları bu adamları büyük insanlar yapıyordur!  

SON MU SÖZ?!!
 Öyle işte! Umarım laf kalabalıklarıyla doldurduğum yazımı okurken sizi sıkmamışımdır. Velhasıl kelam hızlandırılmış bir entelektüel birikimle dolduğumu hissettiğim bu süreçte, bir kez daha anladım ki bilimin ve sanatın dokunuşlarını hayatımda hissetmeliyim. Ancak o zaman tam anlamıyla MUTLU; ancak o zaman tam anlamıyla BEN olabiliyorum .