21 Ekim 2012 Pazar

Minik Dantelli Çoraplarım…


Minik Dantelli Çoraplarım…

Dün yaptığımız çocukluk anıları muhabbetinden mi, yoksa bu aralar çocukluğumu özlememden midir bilmem aklıma geldi bu akşam minik dantelli çoraplarım. Beyaz minik dantelli çoraplarım vardı benim, beyaz mus çorabın üstüne giymeye bayıldığım, ne güzel görünürlerdi gözüme. Sonra düşüp kanattığım, mus çoraba yapışıp kuruyan yaralarım vardı, hayattaki en büyük acıyı o mus çorabın dizden ayrılması sandığım zamanlarım. Ayağıma hep büyük gelen ayakkabılarım vardı bir de, seneye de giyer, ayakları büyüyünce diye alınan. Ama hiçbir zaman tahmin ettikleri kadar büyümedi benim ayaklarım. Ayaklarım büyümedi de ben büyüdüm galiba. Bu küçük ayakların bu kadar yükü kaldıramamasından mıdır acaba, şu aralar hissettiğim ağırlık?

Şimdi dönsem o zamana, giysem beyaz mus çorabımı, üstüne minik dantelli çoraplarımı. Beyaz çoraplarımın kirlenmesine üzülsem, ayakkabılarımın büyük olması olsa derdim, sonra dizlerimi yaralasam, mus çorabı çıkarırken ağlasam. Saçlarım dolaşsa rüzgardan koştururken, oyuna dalıp açlığımı unuttuğum zamanda salçalı ekmek uzatsa annem, yanında oralet de verir belki. Babam gelse pazardan, demir kapının sesini duyunca koşsam, ne almış diye baksam elindeki poşetlere merakla. Meyve almıştır kesin, belki elma, belki mandalina, belki de mevsimlerden kıştır, kestane pişiririz maşınganın içinde. Sonra daha gerilere gitsem de bakkalın bizim buzdolabının üstü olduğunu sansam, annem ordan bir çikolata alıp verdiğinde başka olup olmadığını sorgulamasam. Dedem varken başka kimsenin elinden yemek yemesem yine, ananeme hacı, anneme moman(kocaman) anne, babanneme tüçük anne desem. Biraz daha geriye gidip, annemin koynuna girip uyusam sadece olmaz mı?

Minik dantelli çoraplardan çıkan güzel anılarım, şimdi içim biraz buruk, biraz huzurlu…

21 Eylül 2012 Cuma

Yeni mezun ergen...

 Hep böyle başlar benim yazılarım; 'nereden başlayacağımı bilemiyorum...' ve hep kalbimdekilerle, düşüncelerimde yer edenleri bir araya getirme çabasındayken; birden kelimelerin büyülü dünyasında buluveririm kendimi. Sonrasında ise yarım kalmış bir hikayeden öte gidemez sözcük tasarımlarım. Dağılır giderim, 1000 parçalı yapboz gibi...
 Bu yüzden tamamlanmamış öykülerim, melodisi yarım kalmış şiirlerim çıkar karşıma köşe başlarında ve bazen kendimden kaçarcasına kulaklarımı, dilimi, duygularımı ve düşüncelerimi, yemeğe çağırılan bir çocuk gibi, donduruveririm. İşte bu yüzden epeydir kaçıyorum kağıtlardan, kalemler ve tabii kendimden...
 Okul bittiğinden beridir öyle dağınığım ki! Kaprislerimle, mutsuzluğumla, sorumsuzluğumla etrafımdaki bir çok insanı sinir ettim ve bunu yapmanın hakkım olduğuna o denli inandım. Bu yaptığımın 'İD'lik olduğunu defalarca haykırdı süper egom ve bana sesini duyuramasa da bu yaptığımın 'İT'lik olduğunu biliyordu egom. Bir çok ergenden daha çok ergendim epey zamandır, trip(!)lerim ve isyanlarımla... Bu yüzden kendimi 'yeni mezun ergen' olarak tanımlıyorum artık.
 Kimselerin, özellikle de arkadaşlarımın tahmin edemeyeceği bir kaybetmişlik hissi var içimde. Ailemin neler hissetiğimi anladığından eminim; dillendirilmese de kaybedilenin ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Neyi kaybettiğimi, neden yenik hissettiğimi tanımlamayacağım; çünkü mantıksal bir çerçeveye oturmayan bir konuda bana terapistim gibi yaklaşamayacaksınız (bknz: koşulsuz kabul), yaklaşmayın da zaten. O yüzden sizinle paylaşmayışım duygularımı ve o yüzden kaçışım.
 Her yeni mezun bu denli yaşar mı boşluk hissini bilemiyorum; ama ben yaşıyorum. Asıl önemli olansa bu boşluk hissinin yarattığı panikle, kendimi; istemediğim bir iş hayatının içinde buluverme korkusu... Ne kadar karmaşık öyle değil mi? Yine de neyin farkındayım biliyor musunuz? Konuşmak, dertleşmek ve etrafındaki insanları, görüşleri ne olursa olsun, dinlemek gerekli imiş. Size empoze edilmeye çalışılan düşünce, sizin görüşlerinize tamamen ters olsa bile; çalışmayı bırakmış beyninizi, düşünmeye sevk ettiği ve asıl ne istediğinizi bulmanıza yardım ettiği için hayati bir değer taşımakta.
 Şu günlerde epeyce toparlandığımı söylememde yarar var sanırım, hayatım; kariyerim ve geleceğim üzerine DAHA olumlu düşüncelere sahip sayılırım. Zamanın ve 'KENDİM'in bana iyi geleceğine inanıyorum. Eee ne demiştik 'inanırsak olur baencaee!'
 Tabii tüm bu yeni mezun, işsiz vs durumlarının dışında bir de hayatı sorgulama, zamanın akıp gidişi, günden güne daha çok beyazlaşan saçlar üzerine de ayrı bir geyik çıkar; ama emin olun o yazıyı daha yazmadan kendimden tiksindim!  Siz en iyisi 'açma, işte hiç açma o konuyu! (bknz: Yaviz, Leyla ile Mecnun, 64.Bölüm)' :)))
CavCavlar'a sevgilerimle...

27 Temmuz 2012 Cuma

Mutlu yıllar köftecik:))


Resimdeki minik köfte büyümüüüüş, büyümüüüüş ve üniversiteye gitme çağına gelmiş. Sınavdı, tercihlerdi derken kader bu ya tutmuş da Dil Tarih çıkmış bahtına. Yerinden yurdundan kopup düşmüş yollara, bulmuş kendini Ankara denen bozkırda. Ama yalnız değilmiş bu uğurda, o yıl yerini yurdunu terkedip onun gibi gelen cavcavlar varmış burda:) Tanışıp kaynaşmak için öyle çok zaman harcamamış bu cavcavlar ilk günden sevivermişler birbirlerini, sanki yıllardır tanışırmışçasına. Gel zaman, git zaman masal gibi bir dört yıl geçirmiş cavcavlar bir arada. Her güzel şeyin sonu olduğu gibi bu dört yıl da gelivermiş sona. Vee minik köftemiz düşmüş yeniden yollara, doğup büyüdüğü diyarlara. Ammaa bir farkla, içinde cavcavların sevgisi dolu bir çuvalla. 

Haaa elma mı, yook elma filan düşmemiş, çünkü bu masal daha bitmemiş...


Hani bazı insanlar vardır yaa, gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür hesabı, orda olduklarını bilirsin, başın sıkıştığında kapısına gittiğinde geri çevrilmeyeceğini, yardım istediğinde hiç tereddütsüz koşacağını bilirsin. Benim de öyle bir kapım vardı Ankara’da, öyle sık gittiğimden değil haa, ama bilirdim, bilirdim ki vardı öyle bi yer.Ve içinde benim minik farem yaşardı. O minik fare ki, ister al bağrına bas, ister oturt karşına konuş sabahlara kadar. Yorgunluktan ölünen balo gecesi sonrası sabaha kadar oturup muhabbet etmeyi reddetmeyen ve o gün şövaleme düştüğü notla günler sonrasında beni musmutlu eden bir minik fare. Sadece varlığıyla bile ortama neşe getirebilen, Susam olmadığında uğraşmak için iyi bir seçenek, makarna salatasıyla damakları şenlendiren adeta bir ratatouille . İyi ki doğmuş, iyi ki karışmışsın hayatıma minik farem :))
Zeliş:)


Urfa’dan (junior cehennem) yazıyorum, Trabzon köftesine selam olsun J Afilli satırlar yazmak isterdim en uzunundan ama beynin bile buğarlaştığı bu yerde pek toparlayamıyorum, kısa ve öz olsun.  Sana üç cümle yazdım bugün yolladım güneşle(rüzgar olmadığından elimizde bi tek o var) seni çooook özledim, seni iyi ki tanıdım ve doğum günü mesajı içeren cümle geliyor; her şey gönlünce olsun, hep mutlu ol ve hep cav cav ol. Çok fena olmadı sanki ama bi eksiklik var, happy birthday demeyi unutmuşum :P Kısa lafın uzatılmışı bu işte öpücükler, üflenen mumlar ve çikolatalı pastalar bir de orkideler :)
Yağmury


Gözde; güzellliğini, sevimliliğini, sevecenliğini, misafirperverliğini, doyamadığım makarna salatasını hatta umutsuzluğunda bile yüzünün aldığı halini sevdiğim CavCav'ım. https://s-static.ak.facebook.com/images/blank.gif Nice mutlu senelerin olsun, güzel yüzün hep gülsün ve de dileklerinin gerçekleştiği ve hep yeni dilek baloncukları oluşturduğun güzel günlerin olsunn! Okulumuz bitti, artık yaşanmışlıklara anı dediğimiz zamanlar geldi, ama her son yeni bir başlangıçtır derler ya inşallah ortak anılar oluşturduğumuz yeni günler ya da en azından buluşma günleri gelir akabinde bolca eğlendiğimiz güldüğümüz doğumgünüleri kutladığımız dedikodu yaptığımız zamanlar. https://s-static.ak.facebook.com/images/blank.gifKocaman öpücüklerimlee, her şey gönlümüzce olsun ve birbirmize desteğimiz, paylaşımlarımız hiç bitmesin.. 
Ces'ten sevgilerle♥♥♥


"gözd!
Bilirsin az kıskanmadım seni benim olan kollara sarıldığında. tabi senin de hakkındı oralara sarılmak ama olsun. Hem böylece Zeliş üzerinden birbirimize de sarılmış olduk çok defa 
https://s-static.ak.facebook.com/images/blank.gif) O güzel köfte gözlerinin ışıltısı hiç bitmesin canım benim. O minicik suratından gülümseme hiiiç eksik olmasın. Ayrıca kader arkadaşım da olmuşsun sen aynı zamanda. bir daha başka bir şehirde tercihen Ankara'da tekrar bir araya gelebilmek dileğiyle https://s-static.ak.facebook.com/images/blank.gif"
Susamus:)


Hayat bizi Ankara Üniversitesi, Psikoloji bölümüne savurup atmadan önce küçüktük. Şimdi büyüdük mü bilmem ama yine de olgunlaştık bence. Herkesin ürkek ve tedirgin olduğu ilk günler geçtikten sonra kaynaşmalar başladı nihayet. Herkes herkesin kendi gibi olduğunu bu kaynaşmalar sayesinde anlamaya başladı... Ben cavcav grubunu ikinci sınıfta tanıdım ve yakınlaştım onlarla. Dolayısıyla gülüşü kendinden güzel (burda bebek severken öyle derler de gözdenin de gülüşünü beğendiğim için böyle yazmak istedim yanlış anlatmayayım kendimihttps://s-static.ak.facebook.com/images/blank.gif) Gözde'yi o zaman tanıdım. https://s-static.ak.facebook.com/images/blank.gifLiseden süregelen ilişkisi olan ve grubun sevgilisi olan ender kızlarındandı. İkinci sınıfta bununla ve teyzesiyle yaşamasıyla aklımda kalmış Gözde biraz. Üçüncü sınıf ve sonrasında zaman içinde paylaşımlarımız arttıkça ne olursa olsun Gözdenin sıcak gülüşünün asla yüzünden eksilmediğini gördüm... Herkesi candan dinleyen, duyarlı, anlayışlı, sempatik bir arkadaşa sahip olmamı sağlayan (ve tabi tüm diğer cavcav grubuna sahip olmamı sağlayan) hayata teşekkür eder, arkadaşımın mesleğe atılacağı yeni yaşının gönlünce geçmesini dilerim 
https://s-static.ak.facebook.com/images/blank.gifPınary


Minik göründüğüne bakmayın herkesi sığdırabilecek kadar kocaman bir kalbi vardır. Çıtı pıtı, zarif, güzel ve çoook sevecen arkadaşım, psicacavların şirinesi Gözdişe musmutlu yıllar:)
Borcoo


"Bir varmış, bir yokmuuş... Cavcavların kalplerinin kesiştiği bir yerde minik bir fındıkkurdu yaşarmış... Bu sevimli mi sevimli, iyi kalpli, gözlerinin içi ışıl ışıl gülen fındıkkurdunu bütün cavcavlar sever, hep birarada olmak isterlermiş... Ancak minik fındıkkurdu bi yaş daha büyürken yine gelenek bozulmamış; cavcavlardan uzak fakat kalplerin birarada olduğu bi doğumgünü gerçekleşmiş... Her sene olduğu gibi güzel ve Uğur'lu dilekler aktarılmış ancak bu sefer kavuşma günü daha öncekilerde olduğu gibi kesin değilmiş. Cavcavlar birbirlerine söz vermiş güzel, umutlu günlerin geleceğine dair.Zaman hızlı bir nehir gibi akıp geçmiş. Ve bir gün hepsi akıllı uslu(!) birer ihtiyar olduklarında hala birbirlerini çok sever sık sık dostluklarını tazeler, dedikodu yapar, güler eğlenirlermiiiş:) Senin doğumgünün vesilesiyle tuttuğum dileklerden birisi, herşeyin tıpkı bu masaldaki gibi olması gözd:) Diğerlerini ise biliosun yeni yaşın güzel kapılar açsın, güzel hayatlar yaşayasın. İnşallah dinimiz süpaneke amin!:D Ayrıca bir başka dileğim de en kısa zamanda bir araya gelmek. O zaman yine o şahane makarna salatandan yiyebilir, trabzon erkeklerinin çektirdikleri hakkında birlikte isyan edebilir, bir mezdeke oturumunda yine karşı karşıya gelebilir, kurtlarımızı dökebiliriz:DD Bu sebeple bizimle geçireceğin nice güzel yaşlar diler, kocaman kocaman öperim!
Sevgilerle, Cavcavlar'ın Özge:)


Selam Gözd!
Bugün bir ramazan günü ve bu günü özel kılan başka hiçbir şey yok! Zaten bu da bu günü güzel ve özel kılmak için yeterli bir sebep bence. Yazacaklarım bu kadar işte, senden naber? :P 
Neyse hadi ben sana bugünden bahsedeyim biraz. Sabahın erken, hatta çok çok erken bir saatinde Zeliş hepimizden senin için bir şeyler karalamamızı istemişti. Aslında zaman itibariyle benim yazasımın(!) gelebileceği saatlerdi. Ancak itiraf etmeliyim ki yazmak istemedim. Zira sözler olgunlaşmadan dökülmemeli dillerden, önce bir taşım kaynamalı düşüncelerle duygular aynı kalpte ve ancak o zaman düşmeli kalem kalem kağıtlara... 
Gün içinde aklımdan tamamen çıktığı zamanlarda Zeliş'in mesajını gördüm ve işimi bitirdiğimde ona yazıyı yetiştireceğimi söyledim; fakat işim bittiğinde iftara az bir süre vardı ve ben de bitmiştim. Odaklanabildiğim tek şey dolaptaki sulardı ve tabi oruç olmamın verdiği maneviyatla zaman zaman gözlerim doluyordu. 
İşte böyle bir ruh haliyle aklımda, düşüncelerimde, duygularımda ve kalbimde ağır ağır yoğuruldun önce. İftar saatinde seni fırına verdim ve şimdi ise elimde bir fincan sıcak çay eşliğinde tadını(!) çıkarıyorum.
Evet bugünü özel kılan şey sensin, dört yıl boyunca bu tarihte yanında olamamış olmanın burukluğu var içimde... Özlem var, gözyaşı var, hayallerimiz var, anılarımız var ve sana dair daha niceleri var benliğimde... Sen yanında ağlayabildiğim; ama ağlayışına dayanamadığım nadide parçalarımdan birisin işte! Hani iki kişi bir araya geldiğinde hatırlanan ve 'keşke burada olsaydı' denilecek insanlar vardır ya işte öyle birisin benim için. Özelsin, özel olduğun için sana yazmak bir o kadar da zor...
Zeliş bize ipucu olsun diye anılardan bahsedebilirsiniz demiş; ancak ben bunu yapamayacak kadar duygusalım şu an. Hem sonra hangi birinden bahsedeyim ki! O kadar çoksun ki bende, açarsam parçalarını kaybederim diye korkuyorum.
Gözddd, gözdd, gözd...itiraf ediyorum ki seviyorum seni. Acılarınla, mutluluklarınla, dertlerinle, heyecanlarınla, endişelerinle, kısacası seni sen yapan her şeyi senle seviyorum. Bil istedim, her zaman açık bir kapın var. Şu mübarek günlerde dualarım hep seninle ve bizimle... 
Doğum günün kutlu olsun Gözd, iyi ki doğmuşsun, iyi ki varsın ve dilerim nice nice yaşlarında yanında olamasak da kalplerimizde var olduğunu unutmazsın. Sağlık, sıhhat, mutluluk, güven, dostluk... tüm güzellikler senin olsun! Hayata yeni umutlar aşılayabilmen ümidiyle...
NOT: Tüm gün boyunca doğum gününü kutlamayışım nedenini umarım anlamışsındır. :)))
Cavcavlar aşkına!
Gözd'e sevgilerimle...
Hilaryyy...


26 Temmuz 2012 Perşembe

Olabilemez aşklar...

Yine aşık olmuştu genç kadın. Karşılıksız aşklar serisine bir yenisini daha eklemişti işte. Neyse ki bu son ikisi çok acıtmamıştı canını. İyiden iyiye imkansızdı çünkü bunlar, platonikti hatta. Hayranlıktı büyük ihtimalle de. Adına aşk demek iyi geliyordu işte. Bu yaz sıcağında, yapacak hiç bir şeyin olmayışında, belirsizlikler ortasında iyi geliyordu AŞK kelimesi.

Olabilirinden değildi ya, bir senaristti yeni aşkı. Attığı tweetlerine aşık olmuştu genç adamın. Modern zaman aşkları işte. Bu olabilirinden değildi, bi önceki zaten hiç değildi, peki daha öncekiler çok mu olabilirdi? Belki de. Ama bir şeyi iyi biliyordu artık kadın, olabilirdi de olmadıdansa, olabilemez olanı sevmek daha iyiydi. Daha kolaydı en azından. Bu yüzdendi ikidir televizyon dünyasından aşklar uydurması kendine.

Ama yeni aşkı çok güzeldi kadının, hem derin hem eğlenceli, hem de zararsız. Büyük bir çöplük vardı aslında onun da bilinçaltında. Zaten öyle olmasa böyle güzel yazamazdı ya. Tedavi etmemek, terapiye almamak lazım böyle adamları. Bırakmak lazım kendi hallerine ki bilinçaltındaki çöplerin her biri bir senaryo olup doğsun dünyaya.

Neyse kadın böyle bir adam sevmişti bu defa. Yazdıkça güzelleşen, güzelleştikçe yazan. "Yalnızın demlediği çay orucu bozar mı?" diyordu adam. O da yalnızdı belli ki, ama ayrı dünyaların yalnızlarıydı onlar...



8 Temmuz 2012 Pazar

dün, bugün, yarın...

Ben dündüm. Sonra büyüdüm, bugün oldum. İnsanlar bana büyüyünce ne olmak istediğimi sordular, 'yarın' dedim; kahkahalarla güldüler. İşte o gün bugündür, hep yarın olmak için çabalıyorum. Oysa biçare, hep 'bugün'ü yaşıyorum.

9 Haziran 2012 Cumartesi

Eksik bir şey mi var?



Hüznümü yaşamak için kendime izin vermek istiyorum artık ama dağılmaktan korkuyorum.  Gözlerim yanıyor, doluyor, burnumu çekiyorum, sonra toparlanıyorum bir şekilde. Kendi kendimi telkin ediyorum, düşüncelerimi uçuruyorum başla konulara. Ama bir süre sonra yine düşüyor üstüme ayrılığın gölgesi.

Eksik bir şey mi var hayatımda,
Gözlerim neden sık sık dalıyor…

Eksik bir şey yok belki ama olacak, hem de öyle kocaman bir eksiklik ki artık bu düşünceyi bastırmak, üstünü örtmek, görmezden gelmek de işe yaramıyor.  Öyle bir eksiklik ki, artık gözle görülüp, elle tutulacak kadar yakın. Her an gözlerimizi yakacak, burnumuzu sızlatacak kadar hissedilebilir. Konuşmaktan kaçınılacak kadar korkutucu…

Eksik bir şey mi var hayatımda
Gökyüzü bazen ciğerime doluyor…

Uzun süredir  ” şimdi bunları düşünme” diye kendi kendine verilen telkinler artık hükümsüz, o rahatsız edici düşünceler artık kapıda, uzaklaştıramayacak kadar yakında. Kapıyı kapatmak da çare değil, sesleri içeri kadar geliyor.  O seslerin yarattığı sıkıntı ciğerlere doluyor, öyle doluyor ki nefese yer kalmıyor, derin derin nefes alma ihtiyacı yaratıyor şimdi…

Öyle bir şey ki bu, kolay anlatamam
Atsan atılmaz, satsan satamam…

Anlatmak zor, belki de çok çok zor bu hisleri. Anlatmaya da gerek yok aslında, herkes ayrı ayrı içinde yaşıyor aynı şeyleri. O rahatsız edici düşünceler kapıyı zorluyor artık, hatta bazılarımız için içeride. Gülerken birden akla gelen içini kavurup atan o sızı, etrafındaki yüzlere uzun uzun bakmak isterken, dolmuş gözlerle karşılaşmaktan duyulan korku…

Eksik bir şey mi var anlayamam,
Bak çayım sigaram her şeyim tamam…

Her şeyimiz olacak yine; çay, sigara, arkadaş, çevre. Yine birileri olacak etrafta, onlar da sevilecek, onlarla da bir şeyler paylaşılacak ama aynı olacak mı? Bu yakınlığı tekrar yakalamak, bu kadar büyük yürekli insanı bir arada bulmak nasip olur mu bir daha? Hadi bulduk diyelim, onlar aynı kişiler olmayacak, o büyük yürekler o üniversitenin bahçesinde kalmış olacak…

Kalksam duraktan dolmuş gibi
Arka koltukta unutulmuş gibi…

Birçoğumuz yine burada aslında, ama birçoğumuz işte.  Ya eksikler… Onları uğurladığımızı düşünmek ise en çok acıtan kısım. Eşyaların toplanışı, bavulların hazırlanışı ve Ankara’dan giden bir otobüs. İçimizden birini söküp götüren götüren o otobüs. Uğurlayan olmak daha zor, sevdiğin birini o otobüse koymak, otobüsün gidişini izlemek zor, hele de gelmemecesine uğurlamak, işte bu çok zor, düşüncesi bile içimizi yakarken, onu yaşamak çok çok zor.

Terliklerimle gelsem sana
Sonunda aşkı bulmuş gibi…

Her derdinde; aşkında, hüznünde, mutluluğunda koşa koşa yanına gidebileceğin birilerinin olması çok güzel. Sabah uyanıp, gittiğin yerde onları bulmak güzel, nasıl gidersen git, kabul edileceğini, bağra basılacağını bilmek güzel. Bu güzelliği kaybedeceğini bilmekse yine zor...


28 Mayıs 2012 Pazartesi

psicavcavlar ne oldum değil ne olacağım diyor...:)

kim olduğumuz hakkında konuştuk,peki biz kim/ne olmayı umuyoruz cavcavlarım? lütfen düşlediklerimizi yazalım,ilerde bir gün buraya bakar ne istemişiz neler olmuş neler olmamış diye güler eğleniriz:) umarım eğleniriz yani:p

ozaman ben yeni planlarımı yazıyorum:
hep 3-4 günlük bir iş bulayım,kreşte falan çalışayım boş günlerde yüksek lisansa hazırlanırım diyordum ama vazgeçtim..yaşım daha 23 (bazılarınız için büyük kaçabilir..) , kazandığım parayla gideyim keman kursuna gideyim gitar kursuna gideyim bateri kursuna..:) kendimi müzüğe adayım,eğlenceli de hem,hayatın keyfini çıkarayım,neymiş bu ales kpds fln of pof içimi sıkıntı bastı acelem mi var sanki.! sonra ispanyolca italyanca fln öğrenip turlara katılayım maksat muhabbet olsun gezme olsun:p şöle 3 güne 800 tl veren gönlüme uygun bir kreş olsaaa.....

PsiCavCavlar kim midir?



PsiCavcavlar saygın bir üniversitenin saygın bir bölümünden mezun olmak üzere olan, pek de saygın olmayan kimselerdir. 15 kişiden oluşan bu grup, 4 yıl boyunca psikoloji eğitimi almış olmakla beraber, henüz kendilerine bile bi faydaları dokunmamıştır. Hepsi Türkiye'nin dört bir yanından kalkıp gelmiştir ve "hepsine sorsanız ayrı ayrı psikoloji okuma sebebiniz nedir diye, 15 ayrı sebep çıkar size" demek isterdim, ancak diyemiyorum. Aslında çoğu bilmiyordur niye psikoloji okuduğunu, hoşlarına gitmiştir işte, ilgilerini çekmiştir, başka bir alanda düşünememişlerdir kendilerini, ee sevmişlerdir de bölümü, eee daha başka sebebe ne hacet, illa çok farklı, derin sebepleri mi olmalı insanın bu bölümü seçerken :S 


Sonraaa, öyle büyük başarıları yoktur PsiCavcavların, öyle kongrelerde, sempozyumlarda adları duyulmamıştır, hatta hocalar bile bilmez çoğunun ismini, hocalar bilmez belki ama büfeci Dursun Abi tanır mesela onları, fotoğrafçı Nebi Abi, sonra Murat Abi ve Mustafa Abi de :)

26 Mayıs 2012 Cumartesi

Bir mutfak hikayesi: 'Çikolata kokulu eller...'

   Tüm işin, gücün, sınavların ve tez stresinin arasında kendimi mutfağa atmış olarak buldum yine! Bir gözüm telefonda 'ya tez için çalışmam gerekirse' diye... Nedir beni mutfağa çeken, nedir elimin silgi tozuyla hamur işine karışma sebebim anlayabilmiş değilim!
   Oysa her şey annemin, hala eski mahalle kültüründen kalma ananevi bir yardım çabasıyla başlamıştı. Komşunun misafirleri için kurabiye yapma kararı almış olan annemin 'onu nasıl yapıyordun Hilal?' sorusuyla birden kendimi 'kurabiyeci' tayin edivermiştim. Sonrasında, Mecnun misali, gözlerimi kıstım ve 'olay bende' dedim. Bir paket margarin, bir yumurta, birer paket kabartma tozu ve vanilyayı çıkararak masanın üzerine koyduğumuzda 'yarım saat sonra bu iş biter' havalarında olduğumu şimdi fark edebiliyorum. Mutfaktaki bulaşıkları makineye yerleştirmemin hemen arkasından, margarinin yumuşamasını beklerken, çikolata sosunu yapmanın bana zaman kazandıracağından emindim. Sadece beş dakika sonra bir bardak süt, bir yemek kaşığı kakao, beş yemek kaşığı şeker ve bir tatlı kaşığı nişastayı ocağın üzerindeki cezvede karıştırırken buldum kendimi. Sonraki beş dakikada ise yalnız olduğum mutfakta, bir yandan topaklanmaması için sosu karıştırıyor; diğer taraftan da düşünüyordum. 'Neyi' veya 'kimi' diye sorsanız cevap veremem. Tıpkı gece rüya gördüğünüzden emin olup, ne gördüğünüzü asla hatırlayamamanız gibi...

20 Mayıs 2012 Pazar

Peki biz kimiz?

 Blogu ilk açtığımda sanki yeni bir evin, yeni bir ofisin ya da kısaca yeni bir hayatın kapısını araladığımı hissettim. Sanki önüme çıkan bu bembayaz sayfalarda kimi zaman duygusal, kimi zaman eğlenceli; yani yaşam gibi, yaşamak gibi bir var oluşun kıyısında duruyordum.
 İşte bu, yeni ve güzel, sanal var oluşumuzu tanımlamak istedim sonra. Belki PsiCavCavlar'ın bir çoğunun fazla anlaşılmaz veya fazla zorlama olduğunu düşünecekleri, ilk yazımı yazarken; öznel bir PsiCavCavlar tanımı yapıyorum ve bunu yaparken de aslında, blogumuzun kuruluşunu; öznelliğimizin özel olduğuna dayandırarak yaptığımızı hatırlıyorum.
 Biz blogumuzu kurarken, kimseler okumayacak olsa bile, birbirimizi okuyabilmek adına çıktık yola. Paha biçilemez paylaşımlarımızın ötesinde, PsiCavCavlar'ın iç dünyasından; dış dünyaya bakışını seyre dalmaya geldik bu sanal yaşama.
 'Peki siz kimsiniz arkadaş?!!' sorusuna gelince:'ben, sen, o, biz, siz, onlar...' yani kısacası biz herkes kadar umursamaz, herkes kadar mutlu, herkes kadar başarısız, herkes kadar güzel... kısacası herkes kadar sıradan insanlarız...
 Bizi okumanız ya da okumamanız, beğenmeniz veya beğenmemeniz, görüşlerimize katılmanız ya da katılmamanız hiç önemli değil! Bizim istediğimiz sadece, tüm insanların ve insan olanların hakkettiği gibi, var oluşumuza saygı duymanız...
 Güzel günler, mutlu yarınlar, her daim gülecek olan gözler ve tabi ki CavCavlar aşkına!!! Blogumuz hepimize hayırlı olsun!

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Ama Babacığım...

Böyle büyür insanlar, ağlamak çare değil... Zaman değirmenini durdurmak kolay değil...
(Böyle pat diye girince anlamsız gelebilir ama  ben blog için bir şeyler yazıyım dedim, biraz dağıldım açıkçası, yazdıklarımın üstüne de şarkının burası çok uygun geldi :) Önce şarkıyı paylaşıyım çünkü yazının biraz daha işi var :))