Uzun
zamandır aktif bir amacımın
olmamasından, belki de ne zaman; ne
yapmak istediğime hala karar verememiş olmamdan dolayı, bomboş geçiriyordum
vakitlerimi. Aslında kısaca ele avuca gelmeyecek ve hatta incir çekirdeğini
doldurmayacak işler peşindeydim bir vakittir.
Evde olmanın en kötü yanı, sanıyorum kendini
biraz fazla dinlemek ve fazla sorgulamaktan geçiyor. Öyle ya da böyle, az biraz
içgörü sahibiyseniz, mutsuzluğunuzun sebebinin kendiniz olduğunu görüp; kendinizle
kavgaya tutuşuveriyorsunuz işte!
Neyse aslında bu yazıda anlatmak veya
paylaşmak istediğim şeyler kişisel çıkmazlarımdan öte, yaşamıma farkındalık
katmama sebep olan birtakım güzellikler...
Geçtiğimiz birkaç hafta öncesinde neredeyse
tüm bir haftamı yoğun ve doyurucu birtakım entelektüel etkinliklerle geçirdim.
Hani büyükşehir hayatının dibine vurduğunuzu hissedersiniz ya, o türden bir
haftaydı işte! Bir akşamımı tiyatroda, iki tam günümü Psikodrama Günleri'ne ve
bir günümü de bir festival filminde geçirdim. İnanılmaz doyum aldığım ve
yaşadığımı hissettiğim bir hafta!
İnsanın hayatında her zaman bu kadar güzel
etkinlikler bir arada olamıyor maalesef veya sanıyorum bu kadar fazla ve
çeşitli etkinliklere rağmen; hayat koşuşturmacasından vakit ayıramıyor insan!
Hangisinden başlayayım inanın karar
veremiyorum. Mesela tiyatroya gitmek ve bambaşka bir insanın, biricik yaşamının
bir kesitine dahil olabilmek... Sonra bir bilimsel etkinlikte, insana ve
kendine ilişkin yepyeni şeyler keşfetmek, hatta kendini tanıyabilmek... ve
ödüllü bir filmin ender gösterimlerinden birine bilet bulup filmi soluksuz
izlemek, dahası hiç beklemediğin bir şekilde kendini filmin yönetmeniyle
yapılan bir söyleşide buluvermek.... tüm
bunları yaparken yanında sevdiğin insanların olması, dahası yeni insanlar
tanıma fırsatı bulmak... inanılmaz bir
keyif!
AŞK
HASTASI
Epeydir, klasik büyükşehir insanının
öğrenilmiş çaresizliklerinden biri olan 'yaa zaten tiyatro bileti bulmak çok
zor!' temasının bir parçası olmuştum. Buna bir de gösterilerin evime uzak oluşu
ve geç denebilecek bir saat biteceği geyikleri eklenince, seyreyle goygoyu!
Anlayacağınız klişelere boğulmuş bir halde, arkadaşlarımdan birinin tiyatro
teklifini düşünürken buluverdim kendimi! Önce oyunun kaç saat sürdüğünü sorup,
'ben gelemem'e bağladım olayı. Sonra düşüncelerim kafamın içinde dönmeye devam etti
ve içimdeki entelektüel açlık hissiyle 'ben de varım!' dedim. Tüm günü evin
içinde yalnız başıma bomboş geçirip akşam tiyatronun kapısında buluştuğumuzda
arkadaşlarımı ne kadar özlemiş olduğumu fark ettim.
Oyun başladığında arkadaşımın yanında oturan
bir çiftin elinde bir kağıt kese içerisinde erik(!) bulunduğunu da söylemeden
geçemeyeceğim. Uzun süre hayretler eşliğinde, 'erik mi? yok canım, yanlış
anlamış olmalıyız!' diyerek yadsıma yoluna gitsek de çiftin erik yemeye
başlamasıyla gerçeği kabullenmekten başka çaremiz kalmadı! Oyun sırasında yan
tarafımızda erik kemirmeye devam eden çift, kendi aralarında yaptıkları
geyiklerle de insanları epeyce kızdırdılar! Velhasıl kelam oyundan sıkılan
çiftimiz ara verildiğinde kaçarcasına uzaklaştılar.
Oyun Kenan Işık'ın yazıp yönettiği Aşk Hastası
adlı oyundu. İtiraf etmeliyim ki ilk kısımda kendimi sahneye odaklamakta epeyce
sıkıntı çektim. Belki edebiyat bilgilerimin biraz küflenmiş olmasından, belki
entelektüel anlamda oyunun seviyesi beni aştığından veyahut belki de
karakterlerin, oyuncular üzerinde potluk yapmasından... bilemiyorum... lakin
oyunun son sahnesi, müzikler ve oyuncunun
karakterde kayboluşu... O kadar etkileyiciydi ki! Tüm oyun boyunca sıkılmış olsanız
bile, son sahnedeki coşkuya değebilecek bir fizyolojik uyarılma! Ortaya konmuş
bir emek varsa şayet -ister büyük, ister küçük- ve siz bu emeği görmeye
niyetliyseniz ipin ucunu bir yerlerden yakalamanız işten bile değil!
Bu güzel gecenin ardından sorunsuzca eve
ulaşabilmek de iç huzuruma iç huzur katmadı desem yalan olur!
PSİKODRAMA
GÜNLERİ
Çok önceden kayıt yaptırdığım Psikodrama Günlerinin
de gelip çatmasıyla içimde bir coşku, bir hoş telaş yerini alıverdi. Sabahın
çok erken saatinde düştüm yollara, dudaklarımda tebessüm, kalbimde
kıpırtılar... Uzun zamandır bilimden, daha doğrusu bilimimden uzak kalmış
olmanın verdiği bir hüzün vardı içimde ve nihayet o gün hüzünleri dağıtmak için
müthiş bir fırsat yakalamıştım.
O iki güne dair, farkındalıklarıma dair
anlatılabilecek o denli çok ayrıntı var ki aklımda, sizi sıkmadan kısa kesmeye
çalışıyorum doğrusu. Konferansların yani sıra iki farklı psikodrama oturumunda
bulunma şansımız oldu ve inanılmaz farkındalıklar
yakaladım kendimle ilgili. Aslında ben psikodramayı küçükken oynadığımız,
büyüyünce ayıplanırız diye oynamaya çekindiğimiz oyunlarımıza benzettim. Bir
proje kapsamında 0-6 yaş arası çocuklarla çalışırken oyunların gücünü
kullanıyorduk da benzer oyunların bizler için de çıkış olabileceğini hiç
düşünmemiştim. Psikodrama bir gün hayatımın merkezine konumlanacak sanırım.
Bu iki günlük bilimsel seyahat, uzun zamandır
görmediğim arkadaşlarımla bir araya gelmemize ve hayatımda hiç karşılaşmadığım
insanlarla tanışmama da vesile oluverdi. Ne de güzel oldu, ne de mutlu etti
beni!
SEN
AYDINLATIRSIN GECEYİ
Aynı hafta sonu sevgili kuzenim ve eşi iş
dolayısıyla Ankara'ya geldi ve burada öğrenci olan diğer kuzenim de bize katıldı.
Pazar günü saat 14.00'de Sen Aydınlatır Geceyi adlı ödüllü festival filmine bir
arkadaşımla gitmek için sözleşmiştik; ancak onun işinin çıkmasıyla birlikte
kuzenim de bana eşlik etti ve kendimizi Cer Modern'de buluverdik. Geç kaldık
diye koşturarak kapıdan içeriye girip alt kata indiğimizde insanların ellerinde
bilet olduğunu gördüm ve biletlerimizi nereden alacağımızı sormak için önünde
uzuuuunca bir kuyruk olan masadaki bayana yöneldim. Elimde e-bilet numaralarımızın
yazılı olduğu kağıt vardı.Ben ona doğru yaklaştığımda o hemen elimdeki kağıda
yöneldi ve listeden bizim için ayrılmış biletleri kontrol ederek içeri
girebileceğimizi söyledi. O an anladım ki o kuyruktaki bütün insanlar zaten
aynı işlem için bekliyorlardı.Ne kadar mahcup olduğumu anlatmama kelimeler
yetmez sanırım. Bir süre kapıdan içeri girip girmemekte kararsız kalıp sonradan
içeriye giriverdik. Kendimi 'niyetim kötü değildi' diyerek avutmaya çalıştım.
Filmin başlamasına yakın, lavaboya giden
kuzenim film başladığında maalesef ki yanımda değildi. Film için onca zamandır
heyecanlanıp da filmi kuzenimin ne yapıyor olduğunu düşünerek geçirmenin saçma
olduğuna karar vermekte neyse ki gecikmedim ve onun iyi olduğuna kendimi
inandırarak filmin içine dalıverdim.
Bazen mide bulantıları, bazen kahkaha, bazen
hüzün derken film sona erdi. Koltuğumdan hiç kalkmak istemedim. İstedim ki
görüntü ekrandan kaybolana kadar öylece oturayım. Sonra kuzenimi hatırladım ve
bana ne kadar da güzel eşlik ettiğini düşünüp kendimi, kendi kendime gülerken
buldum!
Kimisi ayaklanmış, kimisi hala otururken
sahneye 20'li yaşlarda genç bir bayan çıktı ve filmin yönetmeniyle söyleşi
yapılacağını söyledi. Ancak salondakilerde hiç tepki yoktu. Kız durdu, geri
çekildi, şaşkın gözlerini salonda gezdirdi ve 'Onur Ünlü diyorum!' diyerek
sesini yükseltti. Bu sefer kızın ağzından çıkanla kulaklarımızın tuttuğunun aynı
şey olduğunu kavramış olacağız ki bir
alkış tufanıdır koparıverdik! Arkamı dönüp kuzenimle göz göze geldiğimizde onu
yanıma çağırdım ki onun Onur Ünlü'nün geleceğinden haberi yoktu. Nasıl mutlu
olduğumu size anlatamam! Haa bu arada kuzen de tam film başlarken içeriye
girmiş; ancak salon karanlık olduğundan merdivenlere oturarak izlemiş filmi.
Kuzenle biraz film hakkında kritik, biraz
içimdeki coşku etrafında dolanan sohbetimiz Onur Ünlü'nün gelmesiyle yerini
alkışlara ve suratıma yerleşen kocamaaan bir tebessüme bıraktı. Öyle insanlar vardır
hayatınızda, görmek sizi mutlu eder. Yaptığı işi iyi yapıyor olması, sizde
müthiş bir saygı uyandırır. Bu hayranlıktan farklı bir şey bence. Kuru kuruya isimlerini
haykırmaktan farklı... Bunun adı saygı, bunun adı sevgi, bunun adı emek... İşte
bu yüzden tüm L&M ekibi benim için farklı. Belki diyorum bazen, bunca
insanın mutluluğuna ve kalplerindeki kara bulutları dağıtmalarına sebep olmaları bu
adamları büyük insanlar yapıyordur!
SON MU
SÖZ?!!
Öyle işte! Umarım laf kalabalıklarıyla
doldurduğum yazımı okurken sizi sıkmamışımdır. Velhasıl kelam hızlandırılmış
bir entelektüel birikimle dolduğumu hissettiğim bu süreçte, bir kez daha
anladım ki bilimin ve sanatın dokunuşlarını hayatımda hissetmeliyim. Ancak o
zaman tam anlamıyla MUTLU; ancak o zaman tam anlamıyla BEN olabiliyorum .