7 Mayıs 2013 Salı

Geç kalmış bir paylaşım...


Uzun zamandır  aktif bir amacımın olmamasından, belki de ne zaman;  ne yapmak istediğime hala karar verememiş olmamdan dolayı, bomboş geçiriyordum vakitlerimi. Aslında kısaca ele avuca gelmeyecek ve hatta incir çekirdeğini doldurmayacak işler peşindeydim bir vakittir.
 Evde olmanın en kötü yanı, sanıyorum kendini biraz fazla dinlemek ve fazla sorgulamaktan geçiyor. Öyle ya da böyle, az biraz içgörü sahibiyseniz, mutsuzluğunuzun sebebinin kendiniz olduğunu görüp; kendinizle kavgaya tutuşuveriyorsunuz işte!
 Neyse aslında bu yazıda anlatmak veya paylaşmak istediğim şeyler kişisel çıkmazlarımdan öte, yaşamıma farkındalık katmama sebep olan birtakım güzellikler...
 Geçtiğimiz birkaç hafta öncesinde neredeyse tüm bir haftamı yoğun ve doyurucu birtakım entelektüel etkinliklerle geçirdim. Hani büyükşehir hayatının dibine vurduğunuzu hissedersiniz ya, o türden bir haftaydı işte! Bir akşamımı tiyatroda, iki tam günümü Psikodrama Günleri'ne ve bir günümü de bir festival filminde geçirdim. İnanılmaz doyum aldığım ve yaşadığımı hissettiğim bir hafta!
 İnsanın hayatında her zaman bu kadar güzel etkinlikler bir arada olamıyor maalesef veya sanıyorum bu kadar fazla ve çeşitli etkinliklere rağmen; hayat koşuşturmacasından vakit ayıramıyor insan!
 Hangisinden başlayayım inanın karar veremiyorum. Mesela tiyatroya gitmek ve bambaşka bir insanın, biricik yaşamının bir kesitine dahil olabilmek... Sonra bir bilimsel etkinlikte, insana ve kendine ilişkin yepyeni şeyler keşfetmek, hatta kendini tanıyabilmek... ve ödüllü bir filmin ender gösterimlerinden birine bilet bulup filmi soluksuz izlemek, dahası hiç beklemediğin bir şekilde kendini filmin yönetmeniyle yapılan bir söyleşide buluvermek....  tüm bunları yaparken yanında sevdiğin insanların olması, dahası yeni insanlar tanıma fırsatı bulmak...  inanılmaz bir keyif!

AŞK HASTASI
 Epeydir, klasik büyükşehir insanının öğrenilmiş çaresizliklerinden biri olan 'yaa zaten tiyatro bileti bulmak çok zor!' temasının bir parçası olmuştum. Buna bir de gösterilerin evime uzak oluşu ve geç denebilecek bir saat biteceği geyikleri eklenince, seyreyle goygoyu! Anlayacağınız klişelere boğulmuş bir halde, arkadaşlarımdan birinin tiyatro teklifini düşünürken buluverdim kendimi! Önce oyunun kaç saat sürdüğünü sorup, 'ben gelemem'e bağladım olayı. Sonra düşüncelerim kafamın içinde dönmeye devam etti ve içimdeki entelektüel açlık hissiyle 'ben de varım!' dedim. Tüm günü evin içinde yalnız başıma bomboş geçirip akşam tiyatronun kapısında buluştuğumuzda arkadaşlarımı ne kadar özlemiş olduğumu fark ettim.
 Oyun başladığında arkadaşımın yanında oturan bir çiftin elinde bir kağıt kese içerisinde erik(!) bulunduğunu da söylemeden geçemeyeceğim. Uzun süre hayretler eşliğinde, 'erik mi? yok canım, yanlış anlamış olmalıyız!' diyerek yadsıma yoluna gitsek de çiftin erik yemeye başlamasıyla gerçeği kabullenmekten başka çaremiz kalmadı! Oyun sırasında yan tarafımızda erik kemirmeye devam eden çift, kendi aralarında yaptıkları geyiklerle de insanları epeyce kızdırdılar! Velhasıl kelam oyundan sıkılan çiftimiz ara verildiğinde kaçarcasına uzaklaştılar.
 Oyun Kenan Işık'ın yazıp yönettiği Aşk Hastası adlı oyundu. İtiraf etmeliyim ki ilk kısımda kendimi sahneye odaklamakta epeyce sıkıntı çektim. Belki edebiyat bilgilerimin biraz küflenmiş olmasından, belki entelektüel anlamda oyunun seviyesi beni aştığından veyahut belki de karakterlerin, oyuncular üzerinde potluk yapmasından... bilemiyorum... lakin
 oyunun son sahnesi, müzikler ve oyuncunun karakterde kayboluşu... O kadar etkileyiciydi ki! Tüm oyun boyunca sıkılmış olsanız bile, son sahnedeki coşkuya değebilecek bir fizyolojik uyarılma! Ortaya konmuş bir emek varsa şayet -ister büyük, ister küçük- ve siz bu emeği görmeye niyetliyseniz ipin ucunu bir yerlerden yakalamanız işten bile değil!
 Bu güzel gecenin ardından sorunsuzca eve ulaşabilmek de iç huzuruma iç huzur katmadı desem yalan olur!  

PSİKODRAMA GÜNLERİ
 Çok önceden kayıt yaptırdığım Psikodrama Günlerinin de gelip çatmasıyla içimde bir coşku, bir hoş telaş yerini alıverdi. Sabahın çok erken saatinde düştüm yollara, dudaklarımda tebessüm, kalbimde kıpırtılar... Uzun zamandır bilimden, daha doğrusu bilimimden uzak kalmış olmanın verdiği bir hüzün vardı içimde ve nihayet o gün hüzünleri dağıtmak için müthiş bir fırsat yakalamıştım.
 O iki güne dair, farkındalıklarıma dair anlatılabilecek o denli çok ayrıntı var ki aklımda, sizi sıkmadan kısa kesmeye çalışıyorum doğrusu. Konferansların yani sıra iki farklı psikodrama oturumunda bulunma  şansımız oldu ve inanılmaz farkındalıklar yakaladım kendimle ilgili. Aslında ben psikodramayı küçükken oynadığımız, büyüyünce ayıplanırız diye oynamaya çekindiğimiz oyunlarımıza benzettim. Bir proje kapsamında 0-6 yaş arası çocuklarla çalışırken oyunların gücünü kullanıyorduk da benzer oyunların bizler için de çıkış olabileceğini hiç düşünmemiştim. Psikodrama bir gün hayatımın merkezine konumlanacak sanırım.
 Bu iki günlük bilimsel seyahat, uzun zamandır görmediğim arkadaşlarımla bir araya gelmemize ve hayatımda hiç karşılaşmadığım insanlarla tanışmama da vesile oluverdi. Ne de güzel oldu, ne de mutlu etti beni!

SEN AYDINLATIRSIN GECEYİ
 Aynı hafta sonu sevgili kuzenim ve eşi iş dolayısıyla Ankara'ya geldi ve burada öğrenci olan diğer kuzenim de bize katıldı. Pazar günü saat 14.00'de Sen Aydınlatır Geceyi adlı ödüllü festival filmine bir arkadaşımla gitmek için sözleşmiştik; ancak onun işinin çıkmasıyla birlikte kuzenim de bana eşlik etti ve kendimizi Cer Modern'de buluverdik. Geç kaldık diye koşturarak kapıdan içeriye girip alt kata indiğimizde insanların ellerinde bilet olduğunu gördüm ve biletlerimizi nereden alacağımızı sormak için önünde uzuuuunca bir kuyruk olan masadaki bayana yöneldim. Elimde e-bilet numaralarımızın yazılı olduğu kağıt vardı.Ben ona doğru yaklaştığımda o hemen elimdeki kağıda yöneldi ve listeden bizim için ayrılmış biletleri kontrol ederek içeri girebileceğimizi söyledi. O an anladım ki o kuyruktaki bütün insanlar zaten aynı işlem için bekliyorlardı.Ne kadar mahcup olduğumu anlatmama kelimeler yetmez sanırım. Bir süre kapıdan içeri girip girmemekte kararsız kalıp sonradan içeriye giriverdik. Kendimi 'niyetim kötü değildi' diyerek avutmaya çalıştım.
 Filmin başlamasına yakın, lavaboya giden kuzenim film başladığında maalesef ki yanımda değildi. Film için onca zamandır heyecanlanıp da filmi kuzenimin ne yapıyor olduğunu düşünerek geçirmenin saçma olduğuna karar vermekte neyse ki gecikmedim ve onun iyi olduğuna kendimi inandırarak filmin içine dalıverdim.
 Bazen mide bulantıları, bazen kahkaha, bazen hüzün derken film sona erdi. Koltuğumdan hiç kalkmak istemedim. İstedim ki görüntü ekrandan kaybolana kadar öylece oturayım. Sonra kuzenimi hatırladım ve bana ne kadar da güzel eşlik ettiğini düşünüp kendimi, kendi kendime gülerken buldum!
 Kimisi ayaklanmış, kimisi hala otururken sahneye 20'li yaşlarda genç bir bayan çıktı ve filmin yönetmeniyle söyleşi yapılacağını söyledi. Ancak salondakilerde hiç tepki yoktu. Kız durdu, geri çekildi, şaşkın gözlerini salonda gezdirdi ve 'Onur Ünlü diyorum!' diyerek sesini yükseltti. Bu sefer kızın ağzından çıkanla kulaklarımızın tuttuğunun aynı şey olduğunu  kavramış olacağız ki bir alkış tufanıdır koparıverdik! Arkamı dönüp kuzenimle göz göze geldiğimizde onu yanıma çağırdım ki onun Onur Ünlü'nün geleceğinden haberi yoktu. Nasıl mutlu olduğumu size anlatamam! Haa bu arada kuzen de tam film başlarken içeriye girmiş; ancak salon karanlık olduğundan merdivenlere oturarak izlemiş filmi.
 Kuzenle biraz film hakkında kritik, biraz içimdeki coşku etrafında dolanan sohbetimiz Onur Ünlü'nün gelmesiyle yerini alkışlara ve suratıma yerleşen kocamaaan  bir tebessüme bıraktı. Öyle insanlar vardır hayatınızda, görmek sizi mutlu eder. Yaptığı işi iyi yapıyor olması, sizde müthiş bir saygı uyandırır. Bu hayranlıktan farklı bir şey bence. Kuru kuruya isimlerini haykırmaktan farklı... Bunun adı saygı, bunun adı sevgi, bunun adı emek... İşte bu yüzden tüm L&M ekibi benim için farklı. Belki diyorum bazen, bunca insanın mutluluğuna ve kalplerindeki  kara bulutları dağıtmalarına sebep olmaları bu adamları büyük insanlar yapıyordur!  

SON MU SÖZ?!!
 Öyle işte! Umarım laf kalabalıklarıyla doldurduğum yazımı okurken sizi sıkmamışımdır. Velhasıl kelam hızlandırılmış bir entelektüel birikimle dolduğumu hissettiğim bu süreçte, bir kez daha anladım ki bilimin ve sanatın dokunuşlarını hayatımda hissetmeliyim. Ancak o zaman tam anlamıyla MUTLU; ancak o zaman tam anlamıyla BEN olabiliyorum .

27 Nisan 2013 Cumartesi

Bu gece susmayan laller...


Bazen ümit etmekten yorulursunuz; yahut ağlamaya takatiniz kalmaz.
Kelimeler anlamlarını yitirir veya belki de anlaşılmak anlaşılmaz kılınır.
Kimi zaman susmak istersiniz sonsuza dek, nasıl olsa bağırsanız da duymazlar sesinizi!..
Öyle vakitler gelir ki görünmez olmuşsunuz mesela, aynalar bile sırlarını kaybetmişler esasında...
Sonra... sonrası yok, öncesi de yoktu aslında...
Hıçkırıklar kahkahalara dönüşür, öfkeler sinsi bakışlara bırakır yerini ve aşk hiç uğramadan geçip gider, akşam trafiğinde; dönüş yolundaki otobüsler misali...
Özlemleri, korkuları, pişmanlıkları; kötü hissettiren ne varsa hepsini alıp sahile atarsınız da kendinizi, şanssız bir balıkçının ağlarına takılan eski bir çizme olmaktan kaçamazsınız.
Nihayetinde kızmaktan yorulursunuz; yahut kızdırmaktan hiç usanmazlar.



21 Ekim 2012 Pazar

Minik Dantelli Çoraplarım…


Minik Dantelli Çoraplarım…

Dün yaptığımız çocukluk anıları muhabbetinden mi, yoksa bu aralar çocukluğumu özlememden midir bilmem aklıma geldi bu akşam minik dantelli çoraplarım. Beyaz minik dantelli çoraplarım vardı benim, beyaz mus çorabın üstüne giymeye bayıldığım, ne güzel görünürlerdi gözüme. Sonra düşüp kanattığım, mus çoraba yapışıp kuruyan yaralarım vardı, hayattaki en büyük acıyı o mus çorabın dizden ayrılması sandığım zamanlarım. Ayağıma hep büyük gelen ayakkabılarım vardı bir de, seneye de giyer, ayakları büyüyünce diye alınan. Ama hiçbir zaman tahmin ettikleri kadar büyümedi benim ayaklarım. Ayaklarım büyümedi de ben büyüdüm galiba. Bu küçük ayakların bu kadar yükü kaldıramamasından mıdır acaba, şu aralar hissettiğim ağırlık?

Şimdi dönsem o zamana, giysem beyaz mus çorabımı, üstüne minik dantelli çoraplarımı. Beyaz çoraplarımın kirlenmesine üzülsem, ayakkabılarımın büyük olması olsa derdim, sonra dizlerimi yaralasam, mus çorabı çıkarırken ağlasam. Saçlarım dolaşsa rüzgardan koştururken, oyuna dalıp açlığımı unuttuğum zamanda salçalı ekmek uzatsa annem, yanında oralet de verir belki. Babam gelse pazardan, demir kapının sesini duyunca koşsam, ne almış diye baksam elindeki poşetlere merakla. Meyve almıştır kesin, belki elma, belki mandalina, belki de mevsimlerden kıştır, kestane pişiririz maşınganın içinde. Sonra daha gerilere gitsem de bakkalın bizim buzdolabının üstü olduğunu sansam, annem ordan bir çikolata alıp verdiğinde başka olup olmadığını sorgulamasam. Dedem varken başka kimsenin elinden yemek yemesem yine, ananeme hacı, anneme moman(kocaman) anne, babanneme tüçük anne desem. Biraz daha geriye gidip, annemin koynuna girip uyusam sadece olmaz mı?

Minik dantelli çoraplardan çıkan güzel anılarım, şimdi içim biraz buruk, biraz huzurlu…

21 Eylül 2012 Cuma

Yeni mezun ergen...

 Hep böyle başlar benim yazılarım; 'nereden başlayacağımı bilemiyorum...' ve hep kalbimdekilerle, düşüncelerimde yer edenleri bir araya getirme çabasındayken; birden kelimelerin büyülü dünyasında buluveririm kendimi. Sonrasında ise yarım kalmış bir hikayeden öte gidemez sözcük tasarımlarım. Dağılır giderim, 1000 parçalı yapboz gibi...
 Bu yüzden tamamlanmamış öykülerim, melodisi yarım kalmış şiirlerim çıkar karşıma köşe başlarında ve bazen kendimden kaçarcasına kulaklarımı, dilimi, duygularımı ve düşüncelerimi, yemeğe çağırılan bir çocuk gibi, donduruveririm. İşte bu yüzden epeydir kaçıyorum kağıtlardan, kalemler ve tabii kendimden...
 Okul bittiğinden beridir öyle dağınığım ki! Kaprislerimle, mutsuzluğumla, sorumsuzluğumla etrafımdaki bir çok insanı sinir ettim ve bunu yapmanın hakkım olduğuna o denli inandım. Bu yaptığımın 'İD'lik olduğunu defalarca haykırdı süper egom ve bana sesini duyuramasa da bu yaptığımın 'İT'lik olduğunu biliyordu egom. Bir çok ergenden daha çok ergendim epey zamandır, trip(!)lerim ve isyanlarımla... Bu yüzden kendimi 'yeni mezun ergen' olarak tanımlıyorum artık.
 Kimselerin, özellikle de arkadaşlarımın tahmin edemeyeceği bir kaybetmişlik hissi var içimde. Ailemin neler hissetiğimi anladığından eminim; dillendirilmese de kaybedilenin ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Neyi kaybettiğimi, neden yenik hissettiğimi tanımlamayacağım; çünkü mantıksal bir çerçeveye oturmayan bir konuda bana terapistim gibi yaklaşamayacaksınız (bknz: koşulsuz kabul), yaklaşmayın da zaten. O yüzden sizinle paylaşmayışım duygularımı ve o yüzden kaçışım.
 Her yeni mezun bu denli yaşar mı boşluk hissini bilemiyorum; ama ben yaşıyorum. Asıl önemli olansa bu boşluk hissinin yarattığı panikle, kendimi; istemediğim bir iş hayatının içinde buluverme korkusu... Ne kadar karmaşık öyle değil mi? Yine de neyin farkındayım biliyor musunuz? Konuşmak, dertleşmek ve etrafındaki insanları, görüşleri ne olursa olsun, dinlemek gerekli imiş. Size empoze edilmeye çalışılan düşünce, sizin görüşlerinize tamamen ters olsa bile; çalışmayı bırakmış beyninizi, düşünmeye sevk ettiği ve asıl ne istediğinizi bulmanıza yardım ettiği için hayati bir değer taşımakta.
 Şu günlerde epeyce toparlandığımı söylememde yarar var sanırım, hayatım; kariyerim ve geleceğim üzerine DAHA olumlu düşüncelere sahip sayılırım. Zamanın ve 'KENDİM'in bana iyi geleceğine inanıyorum. Eee ne demiştik 'inanırsak olur baencaee!'
 Tabii tüm bu yeni mezun, işsiz vs durumlarının dışında bir de hayatı sorgulama, zamanın akıp gidişi, günden güne daha çok beyazlaşan saçlar üzerine de ayrı bir geyik çıkar; ama emin olun o yazıyı daha yazmadan kendimden tiksindim!  Siz en iyisi 'açma, işte hiç açma o konuyu! (bknz: Yaviz, Leyla ile Mecnun, 64.Bölüm)' :)))
CavCavlar'a sevgilerimle...

27 Temmuz 2012 Cuma

Mutlu yıllar köftecik:))


Resimdeki minik köfte büyümüüüüş, büyümüüüüş ve üniversiteye gitme çağına gelmiş. Sınavdı, tercihlerdi derken kader bu ya tutmuş da Dil Tarih çıkmış bahtına. Yerinden yurdundan kopup düşmüş yollara, bulmuş kendini Ankara denen bozkırda. Ama yalnız değilmiş bu uğurda, o yıl yerini yurdunu terkedip onun gibi gelen cavcavlar varmış burda:) Tanışıp kaynaşmak için öyle çok zaman harcamamış bu cavcavlar ilk günden sevivermişler birbirlerini, sanki yıllardır tanışırmışçasına. Gel zaman, git zaman masal gibi bir dört yıl geçirmiş cavcavlar bir arada. Her güzel şeyin sonu olduğu gibi bu dört yıl da gelivermiş sona. Vee minik köftemiz düşmüş yeniden yollara, doğup büyüdüğü diyarlara. Ammaa bir farkla, içinde cavcavların sevgisi dolu bir çuvalla. 

Haaa elma mı, yook elma filan düşmemiş, çünkü bu masal daha bitmemiş...


Hani bazı insanlar vardır yaa, gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür hesabı, orda olduklarını bilirsin, başın sıkıştığında kapısına gittiğinde geri çevrilmeyeceğini, yardım istediğinde hiç tereddütsüz koşacağını bilirsin. Benim de öyle bir kapım vardı Ankara’da, öyle sık gittiğimden değil haa, ama bilirdim, bilirdim ki vardı öyle bi yer.Ve içinde benim minik farem yaşardı. O minik fare ki, ister al bağrına bas, ister oturt karşına konuş sabahlara kadar. Yorgunluktan ölünen balo gecesi sonrası sabaha kadar oturup muhabbet etmeyi reddetmeyen ve o gün şövaleme düştüğü notla günler sonrasında beni musmutlu eden bir minik fare. Sadece varlığıyla bile ortama neşe getirebilen, Susam olmadığında uğraşmak için iyi bir seçenek, makarna salatasıyla damakları şenlendiren adeta bir ratatouille . İyi ki doğmuş, iyi ki karışmışsın hayatıma minik farem :))
Zeliş:)


Urfa’dan (junior cehennem) yazıyorum, Trabzon köftesine selam olsun J Afilli satırlar yazmak isterdim en uzunundan ama beynin bile buğarlaştığı bu yerde pek toparlayamıyorum, kısa ve öz olsun.  Sana üç cümle yazdım bugün yolladım güneşle(rüzgar olmadığından elimizde bi tek o var) seni çooook özledim, seni iyi ki tanıdım ve doğum günü mesajı içeren cümle geliyor; her şey gönlünce olsun, hep mutlu ol ve hep cav cav ol. Çok fena olmadı sanki ama bi eksiklik var, happy birthday demeyi unutmuşum :P Kısa lafın uzatılmışı bu işte öpücükler, üflenen mumlar ve çikolatalı pastalar bir de orkideler :)
Yağmury


Gözde; güzellliğini, sevimliliğini, sevecenliğini, misafirperverliğini, doyamadığım makarna salatasını hatta umutsuzluğunda bile yüzünün aldığı halini sevdiğim CavCav'ım. https://s-static.ak.facebook.com/images/blank.gif Nice mutlu senelerin olsun, güzel yüzün hep gülsün ve de dileklerinin gerçekleştiği ve hep yeni dilek baloncukları oluşturduğun güzel günlerin olsunn! Okulumuz bitti, artık yaşanmışlıklara anı dediğimiz zamanlar geldi, ama her son yeni bir başlangıçtır derler ya inşallah ortak anılar oluşturduğumuz yeni günler ya da en azından buluşma günleri gelir akabinde bolca eğlendiğimiz güldüğümüz doğumgünüleri kutladığımız dedikodu yaptığımız zamanlar. https://s-static.ak.facebook.com/images/blank.gifKocaman öpücüklerimlee, her şey gönlümüzce olsun ve birbirmize desteğimiz, paylaşımlarımız hiç bitmesin.. 
Ces'ten sevgilerle♥♥♥


"gözd!
Bilirsin az kıskanmadım seni benim olan kollara sarıldığında. tabi senin de hakkındı oralara sarılmak ama olsun. Hem böylece Zeliş üzerinden birbirimize de sarılmış olduk çok defa 
https://s-static.ak.facebook.com/images/blank.gif) O güzel köfte gözlerinin ışıltısı hiç bitmesin canım benim. O minicik suratından gülümseme hiiiç eksik olmasın. Ayrıca kader arkadaşım da olmuşsun sen aynı zamanda. bir daha başka bir şehirde tercihen Ankara'da tekrar bir araya gelebilmek dileğiyle https://s-static.ak.facebook.com/images/blank.gif"
Susamus:)


Hayat bizi Ankara Üniversitesi, Psikoloji bölümüne savurup atmadan önce küçüktük. Şimdi büyüdük mü bilmem ama yine de olgunlaştık bence. Herkesin ürkek ve tedirgin olduğu ilk günler geçtikten sonra kaynaşmalar başladı nihayet. Herkes herkesin kendi gibi olduğunu bu kaynaşmalar sayesinde anlamaya başladı... Ben cavcav grubunu ikinci sınıfta tanıdım ve yakınlaştım onlarla. Dolayısıyla gülüşü kendinden güzel (burda bebek severken öyle derler de gözdenin de gülüşünü beğendiğim için böyle yazmak istedim yanlış anlatmayayım kendimihttps://s-static.ak.facebook.com/images/blank.gif) Gözde'yi o zaman tanıdım. https://s-static.ak.facebook.com/images/blank.gifLiseden süregelen ilişkisi olan ve grubun sevgilisi olan ender kızlarındandı. İkinci sınıfta bununla ve teyzesiyle yaşamasıyla aklımda kalmış Gözde biraz. Üçüncü sınıf ve sonrasında zaman içinde paylaşımlarımız arttıkça ne olursa olsun Gözdenin sıcak gülüşünün asla yüzünden eksilmediğini gördüm... Herkesi candan dinleyen, duyarlı, anlayışlı, sempatik bir arkadaşa sahip olmamı sağlayan (ve tabi tüm diğer cavcav grubuna sahip olmamı sağlayan) hayata teşekkür eder, arkadaşımın mesleğe atılacağı yeni yaşının gönlünce geçmesini dilerim 
https://s-static.ak.facebook.com/images/blank.gifPınary


Minik göründüğüne bakmayın herkesi sığdırabilecek kadar kocaman bir kalbi vardır. Çıtı pıtı, zarif, güzel ve çoook sevecen arkadaşım, psicacavların şirinesi Gözdişe musmutlu yıllar:)
Borcoo


"Bir varmış, bir yokmuuş... Cavcavların kalplerinin kesiştiği bir yerde minik bir fındıkkurdu yaşarmış... Bu sevimli mi sevimli, iyi kalpli, gözlerinin içi ışıl ışıl gülen fındıkkurdunu bütün cavcavlar sever, hep birarada olmak isterlermiş... Ancak minik fındıkkurdu bi yaş daha büyürken yine gelenek bozulmamış; cavcavlardan uzak fakat kalplerin birarada olduğu bi doğumgünü gerçekleşmiş... Her sene olduğu gibi güzel ve Uğur'lu dilekler aktarılmış ancak bu sefer kavuşma günü daha öncekilerde olduğu gibi kesin değilmiş. Cavcavlar birbirlerine söz vermiş güzel, umutlu günlerin geleceğine dair.Zaman hızlı bir nehir gibi akıp geçmiş. Ve bir gün hepsi akıllı uslu(!) birer ihtiyar olduklarında hala birbirlerini çok sever sık sık dostluklarını tazeler, dedikodu yapar, güler eğlenirlermiiiş:) Senin doğumgünün vesilesiyle tuttuğum dileklerden birisi, herşeyin tıpkı bu masaldaki gibi olması gözd:) Diğerlerini ise biliosun yeni yaşın güzel kapılar açsın, güzel hayatlar yaşayasın. İnşallah dinimiz süpaneke amin!:D Ayrıca bir başka dileğim de en kısa zamanda bir araya gelmek. O zaman yine o şahane makarna salatandan yiyebilir, trabzon erkeklerinin çektirdikleri hakkında birlikte isyan edebilir, bir mezdeke oturumunda yine karşı karşıya gelebilir, kurtlarımızı dökebiliriz:DD Bu sebeple bizimle geçireceğin nice güzel yaşlar diler, kocaman kocaman öperim!
Sevgilerle, Cavcavlar'ın Özge:)


Selam Gözd!
Bugün bir ramazan günü ve bu günü özel kılan başka hiçbir şey yok! Zaten bu da bu günü güzel ve özel kılmak için yeterli bir sebep bence. Yazacaklarım bu kadar işte, senden naber? :P 
Neyse hadi ben sana bugünden bahsedeyim biraz. Sabahın erken, hatta çok çok erken bir saatinde Zeliş hepimizden senin için bir şeyler karalamamızı istemişti. Aslında zaman itibariyle benim yazasımın(!) gelebileceği saatlerdi. Ancak itiraf etmeliyim ki yazmak istemedim. Zira sözler olgunlaşmadan dökülmemeli dillerden, önce bir taşım kaynamalı düşüncelerle duygular aynı kalpte ve ancak o zaman düşmeli kalem kalem kağıtlara... 
Gün içinde aklımdan tamamen çıktığı zamanlarda Zeliş'in mesajını gördüm ve işimi bitirdiğimde ona yazıyı yetiştireceğimi söyledim; fakat işim bittiğinde iftara az bir süre vardı ve ben de bitmiştim. Odaklanabildiğim tek şey dolaptaki sulardı ve tabi oruç olmamın verdiği maneviyatla zaman zaman gözlerim doluyordu. 
İşte böyle bir ruh haliyle aklımda, düşüncelerimde, duygularımda ve kalbimde ağır ağır yoğuruldun önce. İftar saatinde seni fırına verdim ve şimdi ise elimde bir fincan sıcak çay eşliğinde tadını(!) çıkarıyorum.
Evet bugünü özel kılan şey sensin, dört yıl boyunca bu tarihte yanında olamamış olmanın burukluğu var içimde... Özlem var, gözyaşı var, hayallerimiz var, anılarımız var ve sana dair daha niceleri var benliğimde... Sen yanında ağlayabildiğim; ama ağlayışına dayanamadığım nadide parçalarımdan birisin işte! Hani iki kişi bir araya geldiğinde hatırlanan ve 'keşke burada olsaydı' denilecek insanlar vardır ya işte öyle birisin benim için. Özelsin, özel olduğun için sana yazmak bir o kadar da zor...
Zeliş bize ipucu olsun diye anılardan bahsedebilirsiniz demiş; ancak ben bunu yapamayacak kadar duygusalım şu an. Hem sonra hangi birinden bahsedeyim ki! O kadar çoksun ki bende, açarsam parçalarını kaybederim diye korkuyorum.
Gözddd, gözdd, gözd...itiraf ediyorum ki seviyorum seni. Acılarınla, mutluluklarınla, dertlerinle, heyecanlarınla, endişelerinle, kısacası seni sen yapan her şeyi senle seviyorum. Bil istedim, her zaman açık bir kapın var. Şu mübarek günlerde dualarım hep seninle ve bizimle... 
Doğum günün kutlu olsun Gözd, iyi ki doğmuşsun, iyi ki varsın ve dilerim nice nice yaşlarında yanında olamasak da kalplerimizde var olduğunu unutmazsın. Sağlık, sıhhat, mutluluk, güven, dostluk... tüm güzellikler senin olsun! Hayata yeni umutlar aşılayabilmen ümidiyle...
NOT: Tüm gün boyunca doğum gününü kutlamayışım nedenini umarım anlamışsındır. :)))
Cavcavlar aşkına!
Gözd'e sevgilerimle...
Hilaryyy...


26 Temmuz 2012 Perşembe

Olabilemez aşklar...

Yine aşık olmuştu genç kadın. Karşılıksız aşklar serisine bir yenisini daha eklemişti işte. Neyse ki bu son ikisi çok acıtmamıştı canını. İyiden iyiye imkansızdı çünkü bunlar, platonikti hatta. Hayranlıktı büyük ihtimalle de. Adına aşk demek iyi geliyordu işte. Bu yaz sıcağında, yapacak hiç bir şeyin olmayışında, belirsizlikler ortasında iyi geliyordu AŞK kelimesi.

Olabilirinden değildi ya, bir senaristti yeni aşkı. Attığı tweetlerine aşık olmuştu genç adamın. Modern zaman aşkları işte. Bu olabilirinden değildi, bi önceki zaten hiç değildi, peki daha öncekiler çok mu olabilirdi? Belki de. Ama bir şeyi iyi biliyordu artık kadın, olabilirdi de olmadıdansa, olabilemez olanı sevmek daha iyiydi. Daha kolaydı en azından. Bu yüzdendi ikidir televizyon dünyasından aşklar uydurması kendine.

Ama yeni aşkı çok güzeldi kadının, hem derin hem eğlenceli, hem de zararsız. Büyük bir çöplük vardı aslında onun da bilinçaltında. Zaten öyle olmasa böyle güzel yazamazdı ya. Tedavi etmemek, terapiye almamak lazım böyle adamları. Bırakmak lazım kendi hallerine ki bilinçaltındaki çöplerin her biri bir senaryo olup doğsun dünyaya.

Neyse kadın böyle bir adam sevmişti bu defa. Yazdıkça güzelleşen, güzelleştikçe yazan. "Yalnızın demlediği çay orucu bozar mı?" diyordu adam. O da yalnızdı belli ki, ama ayrı dünyaların yalnızlarıydı onlar...



8 Temmuz 2012 Pazar

dün, bugün, yarın...

Ben dündüm. Sonra büyüdüm, bugün oldum. İnsanlar bana büyüyünce ne olmak istediğimi sordular, 'yarın' dedim; kahkahalarla güldüler. İşte o gün bugündür, hep yarın olmak için çabalıyorum. Oysa biçare, hep 'bugün'ü yaşıyorum.